Duyurular

kiymetli gonuldaslarımız , vakıf binamızdaki cumartesi sohbetleri Bu hafta Egitimci yazar Mehmet Ayman ın Gazzali düsünce sisteminde bilgi ve süphe adlı sohbeti ile devam etmektedir .27/04/2024 Cumartesi saat 13.00 da Adı geçen sohbete Tüm gönüldaşlarımız davetlidir.


<p>Kiymetli gonuldaslarımız , vakıf binamızdaki cumartesi sohbetleri Bu hafta Egitimci yazar Mehmet Ayman ın Gazzali d&uuml;s&uuml;nce sisteminde bilgi ve s&uuml;phe adlı sohbeti ile devam etmektedir .27/04/2024 Cumartesi saat 13.00 da Adı ge&ccedil;en sohbete T&uuml;m g&ouml;n&uuml;ldaşlarımız davetlidir.</p>


Başbuğ Velilerden 33

 

Ezelle ebed arası Allah'a doğru giden evliya kervanları arasında en şanlısına ait 33 kolbaşılı "Altun Halka - Silsile-i Zeheb" çerçevesidir ki, keyfiyet ölçüsüyle temel sayısını, bütün kainat gibi O'ndan alır.


«Velîler Ordusu» kitabında hayatı anlatılan 333 Velînin içine, «Bir» sayısını Allah Resulüne verdikten sonra mukaddes emaneti O’ndan alıp günümüze kadar getiren, O’nunla beraber 33 büyük velî, esere bilhassa alınmamıştı. ... 


VAKFIMIZIN YENİ YAYIYININI BEKLEYİN 
                 

             "CÜMLE KAPISI"

                YAKINDA


Kayseri Hava Durumu
Anket
Döviz Bilgieri
Merkez Bankası Döviz Kuru
  ALIŞ   SATIŞ
USD 0   0
EURO 0   0
       
Özlü Sözler
Takvadan Kıymetli İzzet ve Şeref Yoktur
Sponsorlarımız
İmam-ı Gazali Er Risaletül Ledüniye

ERRİSALETÜLLEDÜNİYELİLGAZALİ
                                                         

Kayseri Eğitim ve Kültür Vakfı Yayınları :23

2
1. Basım : Haziran 2016
Baskı Yeri : K.E.K. Vakfı
İrtibat Tel : 0 352 222 54 17
Web : www. kekvakfi. gen. tr

BU RİSALE
İmamı Gazali hazretlerine ait risale-i ledüniyye isimli
hacmi küçük muhtevası çok büyük olan bu risaleyi
okumayı bitirdiğimizde tercümesinin yapılmasının da
faideli olacağını düşündük. Erbab-ı ilmin müsamahasına
sığınarak yapılan bu tercüme maksadı aşmasın diye bila
ziyadetin vele noksan kelimesi kelimesine Arapça
metnine sadık kalınarak yapılmış olup daha ziyade ilim
talebesinin istifadesi düşünüldüğünden izahat ve tafsilata
ihtiyaç görülmemiştir. Lakin her okuyanın istifade
edebilmesi için tercümenin sonuna ilmi tabirleri
açıklayan bir ilave yapılmıştır.Risalenin orijinalinde ayeti
kerimelerin ve hadisi şeriflerin numaraları olmayıp

3

dikkat ile ayet-i kerimelerin sure ve numaraları yazılmış,
Hadisi şeriflerin me’hazları da araştırılarak gösterilmiştir.
Çok detaya girmeden bölümlerin fihristi de eklenmiştir.
Ayrıca karşılaştırmak isteyenler için risalenin Arapça
metni de ilave edilmiştir. Gayret kuldan, irşad ve
muvaffakiyet Allah Tealadandır.

MÜTERCİM
Ergün TELİS

TAKDİM

Maddenin ve eşyanın bağımlılık oluşturduğu,
Müslümanların ve hatta erbabı ilmin birçoğunun dahi
dünyevileştiği, kimilerinin şan, şöhret, kimilerinin de
dünyevi arzularıyla meşgul olduğu ,kadın erkek ayırımı
olmaksızın mütedeyyin görünümlü Müslümanların lüks
ve israfta yarıştığı, eşyanın markalarına tiryaki gibi
bağımlı hale geldiği, ümmetin ümit bağladığı hafızların,
imam hatip ve ilahiyat talebelerinin ve din hizmeti
yaptıklarını iddia edenlerin birçoğunun azgınlıkları, en
hafifiyle sigara, internet ve envai çeşit oyunların
bağımlısı haline geldiği Allah’ın memuru, Rasulullahın

4

memuru, Kitabullahın memuru, dini celili İslamın
memuru olmak yerine, menfaatin, şan, şöhret, makam ve
mevkinin, heva-i hevesin memuru olmak istedikleri,
hamale-i Kuran ,hademe-i hayrat, ilayı kelimetillah ve
Şeriat-ı garray-ı Ahmediyyeye hizmetkar olmak gibi ulvî
gaye ve hedeflerin kalmadığı veya yok denecek kadar
azaldığı ve Müslümanlar arasında ahiret düşüncesinin,
takvanın, ahlakı hamidenin, İslami ve insanî nezaketin
ihmal edildiği, hukukullah ve hukuku ibadın gıybet,
nemmamlık, iftira, bühtan ve yalan ile çiğnendiği,
şeytana bile ters pabuç giydirecek kadar envai çeşit tuzak
ve entrikaların yapıldığı, dünyevi menfaat, makam mevki,
şan ve şöhretlerini devam ettirebilmek adına, emme-
basma tulumba gibi eğriye de doğruya da boyun eğerek,
dilsiz şeytan olmayı göze alanların çoğaldığı, ahir zaman
fitnesinin hat safhaya ulaştığı, kimilerinin kendi nefsini
ve hevasını ilah edindiği, kimilerinin de başkanını,
reisini, liderini ,abisini ve şeyhini rab ve erbab haline
getirip Allah tealanın ayetlerine, ahadis-i nebeviyyeye
ehli sünnet itikadına, şeriat-ı garray-ı Ahmediyyeye
muhalif hal, söz, hareket ve görüşlerine rağmen kayıtsız
şartsız teslimiyet ve itaat dalaletine düştükleri ve edile-i
şeriyyeyi ki Kitap, sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı
fukahayı rafa kaldırdıkları, dinine diyanetine, emanetlere
riayetine,dürüstlüğüne ve dostluğuna itimad edilecek ve
örnek alınacak şahısların neredeyse yok denecek kadar
azaldığı ancak her devirde olduğu gibi Rasul-ü Ekrem
efendimizin ashab-ı kiram (aleyhimürrıdvan) ve eimme-i
müctehidin (rahmetullahi aleyhim ecmain) ve selefi
salihin efendilerimizin yoluna sımsıkı sarılıp
yapışmaktan başka çarenin olmadığı, günümüzde İmam-ı
Gazali hazretlerinin kendi ifadesiyle hak ve doğru
şahıslar ile bilinmez.Bilakis hak ve doğru bilinir ve hakka

5

tabi olan hak ehli de bilinmiş olur.Zira şahıslar hata
edebilir.İmam Malik hazretleri de “Ümmetin evveli hangi
usul ile düzelmiş ise ümmetin ahiri de aynı usul ile
düzelir” buyurmuşlardır. Bu nedenle bizim için selef-i
salihin çok önemlidir. Zira bin seneye yakındır bir Gazali
yetişemedi.Sebebi yukarda anlatılan bağımlılıklarımızdır.
İşte selef-i salihinden itikat, ahlak ve ilimde en güzel
rehber ve örnek olan huccet-ül İslam İmam-ı Gazali
hazretlerinin hacmi küçük fakat muhtevası çok büyük
olan “Errisaletülledüniyye” isimli bu eser herkesin ilim
tahsiline başladığım ilk zamanlarda elime geçseydi
tahsilime İmam Gazali hazretlerinin gösterdiği yolda ve
anlattığı tarzda devam etseydim diye hayıflanacağı,
okuyanların bilhassa ilme sevdalı talebelerin büyük
ölçüde istifade edecekleri çok önemli bir eserdir.İmamı
Gazali hazretlerinin işaret buyurduğu usule riayet eden
ilim erbabının istikbalde birer Gazali olmaları ve hatta
daha fazlası için bir mani olmayıp, maddi
bağımlılıklardan kurtulup Allah tealaya yönelmek ve
nefsi, mutmainne haline getirip Cenab-ı hakkın hitabına
muhatap kılmak kafidir.
Bu nedenle büyük hedef ve gayeleri olan ilim
talebelerine şiddetle ihtiyaç vardır. Zira “Uluvv-u himmet
muktezayı imandandır” sözü ile Süleyman Hilmi
Tunahan hazretleri ulvi şeyleri hedeflememizi, İmamı
Rabbani hazretleri de “Düşünceleriniz, ufkunuz, plan ve
programınız, gaye ve hedefleriniz büyük olsun” sözleriyle
istikbale yönelik ulvi planlar yapmamızı işaret etmekte.
Allah Teala da “Gevşemeyin, hüzünlenmeyin, kuvve-i
manevinizi de bozmayın. Eğer (gerçekten) iman etmiş
kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” (Ali İmran
Suresi,ayet;139) ayetiyle her yönden âlâ ve üstün
olmamızı emir buyurmaktadır. Bu risalenin basılmasına

6

vesile olduğu için Ahmet Taşçı ağabeyimize
müteşekkiriz.
Gayret kuldan, muvaffakiyet Allah Tealadandır.
Ergün TELİS

FİHRİST
BİRİNCİ FASIL
İLİM,ALİM,MALUM, İLMİN EN ŞEREFLİSİ TEVHİD
İLMİ …………………………………………………..:11
İKİNCİ FASIL
NEFS-İ NATIKA-İ MUTMAİNNE RUH-U İNSANÎ..:14
RUH-U MUTMAİNNE ALLAH TEALANIN
EMRİNDENDİR……………………………………...:17
ÜÇÜNCÜ FASIL
AKLÎ İLİM……………………………………………:21

7

ŞER -Î İLİM ………………………………………... :21
TEVHİD İLMİNDEN MAKSAT…………………….:22
TEFSİR İLMİ …………………………………………:22
AYETLERİN ZAHİRİ VE BATINİ MANASI VARDIR :.22
MÜFESSİRİN VASIFLARI………………………..... :22
HADİS İLMİ ………………………………………... :23
LUGAT İLMİNİN ÖNEMİ………………………….. :23
NAHİV İLMİNİN ÖNEMİ…………………………... :23
SARF İLMİNİN ÖNEMİ :23
ŞİİRİN ÖNEMİ :24
HAKKULLAH :25
HAKKUL IBAD :25
AHLAK İLMİ :25
AKLİ İLMİN ÜÇ MERTEBESİ :26
İLİMLERİN TAHSİL YOLLARI :29
İNSANİ TEALLÜM :29
RABBANİ TEALLÜM : :29

8

TEFEKKÜR :29
VAHİY :33
İLHAM :33
İLMİ LEDÜNNİ :34
HAZRETİ ALİ EFENDİMİZİN İLMİ :35
NEFSE ARIZ OLAN HASTALIKLAR :37
MAHV VE NİSYANIN FARKI :39
İLMİ LEDÜNNÎNİN HAKİKATİ VE LÜZÜMU :40
ERRİSALETÜLLEDÜNİYYE LİLĞAZALİ

Hamd, velayet nuruyla havas mertebesindeki kullarının
kalplerini tezyin eden ve hüsnü inayetiyle, onların
ruhlarını terbiye eden ve dirayet miftahıyla arif olan
alimlere tevhid kapısını açan Allah Tealaya mahsustur.
Davet ve riayet sahibi bütün mürselinin seyyidi olan ve
ümmete hidayet yolunu gösteren Efendimiz Muhammed
aleyhisselama ve onun harem-i himayesinde sakin olan
âline, salat-ü selam ederim. Malum olsun ki,
dostlarımdan biri, bazı alimlerin ilm-i ledünniyi, teallüm
ile tahsil edilen ulum-u müktesebeden daha kuvvetli ve

9

daha muhkemdir” diyen ehli tarikin nemalandığı,
bereketlendiği ve havas mertebesindeki mutasavvıfanın,
itimat ettiği ilm-i gaybî ve ilm-i ledünnîyyi inkar ettiğini
ben sofilerin bu ilmini tasavvur edemiyorum ve alemde
hiçbir kimsenin kesb ve teallüm olmaksızın,fikir ve
tefekkür ile oluşacak hakiki bir ilim hakkında
konuşacağını zan etmiyorum” dediğini anlattı. Ben de
“Bu iddiada bulunan kimse sanki tahsil yollarına vakıf
olamamış ve nefsi insaniyeyi ve sıfatlarını melekut ve
gayb eserlerini kabul keyfiyetini bilmiyor” dedim.Bunu
anlatan arkadaşım “Evet ilm-i ledünniyi inkar eden o alim
adam; İlim sadece fıkıh, tefsir ve kelamdır. Bunların
haricinde ilim yoktur. Bunlarda ancak teallüm ve
tefakkuh ile tahsil edilir diyor” dedi.
Ben de dedim ki “ Evet Kuran-ı Kerim , bütün eşyayı
kapsayan bir bahr-i muhittir.Bütün manası ve hakiki
tefsiri avam arasında meşhur olan kitaplarda mezkur
değildir. Bilakis tefsir, bu iddiada bulunan adamın
bildiğinden başkadır” deyince dostum “Bu iddiada
bulunan adam tefsir deyince Kuşeyri’nin, Salebi’nin ve
Maverdi’nin tefsirlerini ve diğer maruf tefsirleri kabul
edip başka tefsirleri kabul etmiyor” dedi.
Ben de ilm-i ledünniyi inkar eden doğru yoldan
uzaklaşmıştır.Çünkü Sülemi tefsirinde tahkike dayanan
muhakkiklerin sözlerinden öyle şeyler topladı ki o sözler
diğer tefsir kitaplarında zikredilmemiştir.İlmi, sadece
fıkıh,kelam ve zikredilen tefsirlerden ibaret sayan ledün
ilmini inkar eden bu adam sanki ilmin kısımlarını,
tafsilatını, mertebelerini, hakikatlerini, zahirlerini ve
batınlarını bilmiyor. Cahilin bilmediği şeyi inkar etmesi
bilinen bir adettir.Bu müdde-i hakikat şerbetini içmemiş

10

ve ledün ilmine muttali olmamış ki nasıl ikrar etsin.
Bilmeden tahmin ve taklid ile ikrar etmesine de razı
olmam” deyince dostum “Öyle ise ilmin mertebelerini ve
ledün ilmini isbat etmenizi ve tafsilatıyla anlatmanızı
istiyorum” dedi.
Ben de “Ledün ilminin anlatılması çok zor lakin halimin
iktizası, vaktimin elverdiği ve hatırıma geldiği kadarıyla
bir başlangıç yapayım” dedim. “Sözü de çok uzatmak
istemem. Çünkü, sözün en hayırlısı az olup anlaşılanıdır”
deyip Allah Tealadan inayet ve muvaffakiyet
istedim. Dostumun arzusunu yerine getirdim.

BİRİNCİ FASIL
İLİM
Bilmiş ol ki ilim, nefsi natıka-i mutmainnenin, müfret ve
yalın olması halinde a’yanıyla, keyfiyetleri ile,
kemiyetleri ile, cevherleriyle ve zatlarıyla maddeden
mücerred olan suretleriyle , eşyanın hakikatlerini tasavvur
etmesidir.
Alim:Eşyanın hakikatlerini ihata eden,idrak eden ve
tasavvur eden kimsedir.
Malum ise: Nefsde nakş olunan şeyin zatıdır, kendisidir.
İlmin şerefi ,malumun şerefi miktarıncadır.Alimin rütbesi
de, ilmin rütbesi miktarıncadır.Hiç şüphe yok ki,
malumatın en faziletlisi ,en yücesi , en şereflisi,en büyüğü

11

vahid ,sani’i ve mübdi’i olan Allah tealayı bilmektir.Bu
ilme tevhid ilmi denir ki ilimlerin en faziletlisi,en büyüğü
ve en mükemmeli budur.
Bu ilim zaruri olup, tahsili bütün akıllılara farzdır.
Şeriatın sahibi, aleyhissatüvesselam “Bu ilim her
Müslüman erkek ve kadına farzdır.”(ibn-i Mace, 224)
buyurmuş ve bu ilmi talep etmek için “İlim Çin’de de
olsa talep ediniz.”(Beyhaki, İbnü abdilber kitebül ilim)
hadisi şerifiyle seferi, emir buyurmuştur.Bu tevhid
ilminin alimi, alimlerinde en üstünüdür.Bu sebeple Allah
teala kelamında “Ve ülililmi”(Ali İmran Suresi,ayet;
18) ifadesiyle bu alimleri zikretmiştir.
Tevhid ilminin alimleri bilıtlak enbiyayı izam ve
onlardan sonra enbiyaya varis olan alimlerdir.
Bu tevhid ilmi, zatı itibariyle şerefli, nefsi itibariyle
mükemmel olup, diğer ilimleri de nefy etmez.Bilakis bu
tevhid ilmi birçok mukaddimeler ile hasıl olur. Semavat,
eflak ve cemi masnuatın ilmi gibi birçok ilimlerle
muntazam olur. Bu tevhid ilminden, yerinde
anlatacağımız başka ilimler de doğar.
Bilmiş ol ki malumu, nazarı itibara almaksızın ilim
bizatihi şereflidir.Hatta kendisi batıl olsa bile, sihir ilmi
dahi bizatihi şereflidir.Çünkü ilim, cehlin zıttıdır. Cehalet
ise zulmetin levazımındandır.Zulmet ise sükun ve atalate
aittir.Sükun yokluğa yakındır.Batıl ve delalet bu kısımda
vaki olur.
Şu halde cehaletin hükmü yokluktur. İlmin hükmü de
varlıktır.Varlık ise yokluktan hayırlıdır.Hidayet, hak

12

hareket ve nur hepsi varlık zincirinin birer
halkasıdır.Varlık, yokluktan çok daha yüksek olduğuna
göre,ilim cehilden şereflidir.Çünkü cehl, körlük ve zulmet
gibidir.İlim ise basiret ve nurdur.Kör ile gören, zulmet ile
nur müsavi olmaz. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur
mu?”(Zümer Suresi,ayet;9) ayeti bu hakikati açıklıyor.
İlim cehaletten hayırlı, Cehalette cismin levazımından
olup, ilim de nefsi natıka-i mutmainnenin sıfatlarından
olduğuna göre nefsi natıka-i mutmainne cisimden
şereflidir.
İlmin bir çok kısımları olup başka bir bölümde sayıp
anlatacağız.
Alim için de ilmi talep etmekte bir çok yollar olup onları
da başka bölümde anlatacağız.
Şu an ilmin faziletini bildikten sonra ilmin mahalli, ve
makarrı ve levhası olan nefsi natıka-i mutmainneyi
bilmek lazımdır.
Çünkü cisim ilmin mahalli değildir.Zira ecsam mütenahi
olup ulûmu kesireyi içine almaz.Belki yazı ve nakışların
bazısını taşıyabilir.
Nefs-i natıka-i mutmainne ise zevalsiz, melalsiz,
zahmetsiz bir şekilde hiçbir mani olmaksızın cemi-i
ulûmu öğrenme ve taşıma kabiliyetine sahiptir.
Öyleyse o nefsi kısaca izah etmeye başlayalım.
FASIL 2

13

NEFS-İ NATIKA-İ MUTMAİNNE VE RUH-U İNSANÎ
Bilmiş ol ki ALLAH Teala insanı muhtelif iki
şeyden yarattı.
1. Varlığını devam ettirmesi başka bir şeye muhtaç,
turabi şeylerden mürekkep, kevn ve fesat tahtına dahil
kesif, muzlim bir cisim.
2. Ecsam ve âlatı mütemmim, muharrik, faal ve
müessir, müdrik, münir ve müfret bir cevher olan nefs-i
natıka-i mutmainnedir .
Allah Teala cesedi gıda ve besin maddelerinden terekküp
ettirdi ve onu remadın eczasıyla yani kan molekülleriyle
terbiye edip büyüttü . Kaidesini ve temelini kurdu ve
döşedi. Erkanını tesviye etti. Etrafını muayyen kıldı ,
sınırladı ve vahid, kamil ve mükemmil ve müfid olan
kendi emrinden nefs cevherini izhar etti, ortaya çıkardı.
Ben bu nefs ile gıdayı talep eden ve gıdaya
ihtiyaç duyan , şehvet ve gadabı tahrik eden kuvvet ve de
kalpten bütün azaya his ve hareket dağıtan ve hayatı
tevlid eden, meydana getiren kalpte sakin olan, kuvveti
kast etmiyorum. Zira bu kuvvete ruhu hayvanî diye isim
verilir ki his, hareket, şehvet, gadap ruhu hayvanînin
askerlerindendir. Karaciğerde bulunan ve tasarruf ile gıda
isteyen kuvvete de ruh-u tabiî denir .
Hazm ve defi’i yani sindirim ve boşaltma bu nefsi
tabiînin sıfatlarından olup kuvve-i musavvire, yani
şekillendirme , üreme , kuvve-i namiye, gelişme ve tabii
kuvvetlerin hepsi cesedin hizmetçisidir . Cesed ise ruh-u

14

hayvanînin hizmetçisidir. Çünkü ceset kuvvetlerini ruh-
u hayvanîden alır ve ruh-u hayvanînin tahriki hasebiyle
amel eder, iş görür.
NEFSİ NATIKA-İ MUTMAİNNE
Ben nefs demekle şanı ancak tezekkür ,tefekkür ve
tehaffuz , ezberleme, temyiz, kalbî ve aklî idrake sahip
olan ve cemîî uluma kabiliyeti olan ve maddelerden ârî,
mücerret suretleri kabulden usanmayan, kolayca öğrenen
ferd-i kamil olan, o cevheri kast ediyorum . İşte bu
mevzuu bahis olan cevher, ruhların reisi ve bütün
kuvvetlerin emiri olup hepsi bu cevhere hizmet ederler ve
onun emrine imtisal ederler. Nefsi natıka denilen bu
cevherin her meslek erbabına göre hususi bir ismi olup,
hükemâ bu cevhere; nefsi natıka, KURAN’I KERİM
;nefs-i mutmainne (Fecr Suresi,ayet; 28-29) ve ruh-u
emrî, (İsra Suresi,ayet;85) tasavvuf ehli de, kalp diye
isimlendiriyorlar. İsimler ayrı olsa da kast olunan mana
birdir . Bize göre kalp, ruh ve nefsi mutmainne hepsi
nefs-i natıkanın ismidir. Nefs-i natıka faal, müdrik bir
cevherdir. Biz ne zaman mutlak olarak ruh veya kalp
kelimesini zikreder, söylersek bu cevheri kast ederiz. Ehli
tasavvuf, ruhu hayvanîye nefs adını veriyorlar. Şeriatta da
nefs kelimesi bu manada kullanılır. Zira Şari’ı olan
Rasülullah sallallahü aleyhi ve sellem “Senin en büyük
düşmanın iki yanının arasındaki nefsindir .” (Beyhaki ve
teberani 34-45) mealindeki hadisi şerifte buna işaret
etmiştir.
Rasulü Ekrem bu kelime ile şehevanî ve gadabî
kuvvetlere işaret buyurarak “Bunların iki yanın arasında
duran kalpten meydana geldiğini beyan buyurmuştur.”

15

Bu isimler arasındaki farkı anladı isen bilmiş ol ki , bu
cevherden bahsedenler bu cevheri muhtelif ibareler ile
anlatıp farklı görüşler ortaya koyuyorlar.
Cedel ilmiyle maruf kelamcılar “Bu nefsi cisim
olarak sayıyorlar ve bu nefs, kesif cismin hizasında latif
bir cisimdir, deyip ruh ile cesed arasında letafet ve
kesafetten başka bir fark yoktur.” diyorlar. Bazıları da
ruhu araz sayıyorlar. Bazı tabiplerde, bu sözü ve görüşü
kabul ediyorlar. Bazıları da kanı ruh olarak görüyorlar.
Hepsi hallerindeki kusurlu nazarlarıyla kanaat edip
üçüncü kısmı ve ihtimali talep etmediler.
Bilmiş ol ki bu aksam üçtür. Cisim, araz ve cevher-i
ferd .
Ruh-u hayvanî, insanların sadrında muallak, armudumsu,
kalp fanusuna konulmuş sanki kandil ve lamba gibi yanan
latif bir cisimdir.
Hayat; bu lambanın ziyası, kan; onun yağı, his ve
hareket ise; onun nuru , şehvet; onun harareti , gadab ve
öfke ise; onun dumanıdır. Ciğerde mevcut gıdayı talep
kuvveti ruhu hayvanînin hizmetçisi, bekçisi ve vekilidir.
İşte bu ruhu hayvani bütün canlılarda bulunur. İnsanda bir
cisim olup, eserleri arazdır. İşte bu anlatılan ruhu
hayvani, insanı ilme ulaştırmaz. Sani’in hakkını ve
mesnuun yolunu bilmez . Ancak bu ruhu hayvani bedenin
ölmesi ile ölen, esir bir hizmetçidir. Vücudda kan
ziyadeleşince ,hararetin ziyadeleşmesi ile kandil
mesabesindeki bu ruhu hayvani söner .Vücuddan kan
noksanlaşırsa bürudetin ziyadeleşmesi ile söner ve bu
ruh-u hayvanî kandilinin sönmesi bedenin ölmesine

16

sebebtir. Bârî sübhanehunun hitabı izzeti , şariin teklifi bu
ruh-u hayvaniye değildir. Çünkü behaim ve ruh-u
hayvaniye sahip olan diğer canlılar, mükellef olmayıp
ve şeriatın ahkamına muhatap değildirler.
İnsan ise kendisine mahsus ve kendisinde zait
başka bir mana sebebiyle mükelleftir ve ilahi emirlere
muhataptır. O mana nefsi natıka ve ruh-u mutmainnedir.
İşte bu ruh-u mutmainne cisim de değildir. Araz da
değildir.
Çünkü o ruh-u mutmainne ALLAH Tealanın
emrindendir. ALLAH Teala “Habibim sana ruhtan
soracaklar o ruh benim Rabbimin emrindendir” (İsra
Suresi,ayet; 85) ve “Ey nefsi mutmainne sen rabbinden
razı, rabbinde senden razı olarak rabbine dön”(Fecr
Suresi,ayet;28-29),buyurmuştur. ALLAH Tealanın emri
cisim ve araz olmayıp aklı evvel, levh ve kalem gibi ilahi
bir kuvvettir. Bunlar ise maddelerden farklı cevahir-i
müfrede olup mahsus olmayan fakat makul olan
mücerred ziyalardır. Bizim lisanımızdaki ruh ve kalp ise
cevher kabilinden olup, bozulmayı ve dağılmayı kabul
etmez, fani olmaz. Bilakis bedenden ayrılıp şer-i şerifte
anlatıldığı gibi kıyamet gününde tekrar bedene dönmeyi
bekler. Ulum-u hikemîyede, yani felsefi ilimlerde de
kesin deliller ve açık izahlar ile ispatlanmıştır ki ruh-u
nâtık, cisim ve araz olmayıp bilakis bozulmayan sabit bir
cevherdir. Biz zikredilen hususlar ispat edildiği için
burhan ve delilleri ta’dad etmeye ihtiyaç duymuyoruz.
Daha fazla tafsilat ve tashihatı isteyen bu fenne dair
kitaplara müracaat etsin. Biz yolumuzda ve usulümüzde
aklî deliller ile iktifa etmiyor, ayan ve açık seçik
hakikatlere dayanıyor ve iman gözüyle bakıyoruz.

17

ALLAH Teala ruhu bazen emrine,(İsra Suresi,ayet;85)
bazen de izzetine izafe ederek “Ben ona ruhumdan
üfledim”(Hicr Suresi, ayet; 29). De ki; “Ruh benim
rabbimin emrindendir. Biz ona ruhumuzdan
üfledik”(Tahrim Suresi, ayet;12) buyurmuştur ki ALLAH
Teala hasis ve düşük oldukları , süratle yok oldukları ve
bozuldukları için cisim veya arazı, zatına nisbet ve izafe
etmekten münezzehtir.
Şari’i (sallallahü aleyhi ve sellem) “Ruhlar saf
halindeki askerlerdir (Buhari, 3336-Müslim, 2638).
Şehitlerin ruhları yeşil kuşların havsalalarındadır.”
(Müslim,1887).Hadisi şeriflerinde buna işaret vardır.
Araz ve cevher yok olduktan sonra varlığını devam
ettiremez. Çünkü araz, bizatihi kaim olamaz. Cisim ise
madde ve suretten terkibi kabul ettiği gibi tahlil ve
çözülmeyi kabul eder. Kitaplarda da böyle mezkûrdur,
öyle anlatılmıştır. Ayet ve hadislerden ve aklî delillerden
anladığımıza göre biliyoruz ki ruh bizatihi diri, kâmil bir
cevher olup din ve imanın salahı ve fesadı bu ruhu
natıkadan doğar. Ruhu tabii ve ruhu hayvanî ve bedenin
bütün kuvvetleri hepsi bu ruhu natıkanın askerleridir. İşte
bu cevher, ayan ve eşhasıyla meşgul olmaksızın
mevcudatın hakikatini, malumatın suretini kavrar ve
kabul eder. Zira nefs-i natıka melek ve şeytanı görmeden
bildiği, anladığı gibi insanı görmeden de insanın
hakikatini bilmeye kadirdir. Şeytan ve melek , ekseri nas
tarafından görülmediği halde nefs-i natıka onların
şahıslarını görmeye ihtiyaç duymadan onları anlar.
Ehl-i tasavvuftan bir grup “Cesedin gözü olduğu
gibi kalbinde gözü vardır. Zahiri göz zahiri şeyleri , akıl
gözü hakikatleri, görür” demişlerdir. Rasullullah

18

(sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizde “Her mümin
kulun kalbi için iki göz olup bunlarla gaybı idrak eder.
ALLAH Teala bir kuluna hayır murad ettiğinde kalp
gözlerini açar, gayb olan şeyleri onlarla görür”(Kenzül
ummal 3043) buyurmuştur. İşte mevzuu bahis olan bu ruh
bedenin ölmesiyle ölmez. Zira ALLAH Teala “Ey nefsi
mutmainne rabbine dön”(Fecr Suresi,ayet; 28-29)emriyle
bu ruhu, kapısına çağırıyor. Ancak bu ruh ölmeyip
bedenden ayrılır ve bedenden i’raz eder Bedenden
ayrılmasıyla hayvani ve tabii kuvvetler atıl hale gelir.
Hareketler sükunet bulur. Bu sükunete ölüm denir.
Tarikat ehli ki sofileri kast ediyorum. Bu ruh ve
kalbe, şahsa itimat ettiklerinden daha çok itimat ediyorlar.
Ruh, Bârî Teala’nın emrinden olduğuna binaen bedende
garib gibidir ve yönü aslına ve merciine yöneliktir ki asıl
canibinden faidelenmesi, tabii kirler ile kirlenmedikçe ve
kuvvet buldukça cihet-i şahsiyesinden daha çoktur.
Ruhun cevher-i ferd olduğunu ve ceset içinde bir mekân
lazım olduğunu arazında ancak cevher ile baki olacağını
bildiğine göre bilmiş ol ki bu cevher bir mahalde
bulunmaz. Bir mekanda sakin olmaz ve beden de ruhun
mekanı değildir. Kalbin de mahalli değildir. Bilakis
beden ruhun aleti, kalbin vasıtası ve nefsin merkebidir ve
ruhun zatı, bedenin cüzlerine muttasıl olmadığı gibi
ondan ayrı da değildir. Bilakis bedene yönelik, beden için
faideli ve o bedene feyz vericidir.
Ruhun, nurunun zahir olduğu ilk yer dimağdır.
Çünkü dimağ, ruhun tezahür ettiği hususi makarrıdır ki
ruh, dimağın ön kısmını bekçi, ortasından vezir ve
müdebbir, sonundan ise hazine ve hazinedar ittihaz
etmiştir, bedenin bütün cüzlerini de yaya ve atlı asker

19

edinmiştir, ruh-u mutmainne, ruhu hayvanîden hadim,
ruhu tabîîden de vekil edinmiştir. Bedeni merkep,
dünyayı da kendisine meydan, hayatı meta’ ve mal,
hareketi ticaret, ilmi kâr, ahireti de maksat ve merci’,
şeriatı da kendisine tarikat ve yol, nefsi emmareyi gözcü
ve koruyucu , nefsi levvameyi tembihatçı ve uyarıcı his
ve duyuları casus ve yardımcı, dini zırh, aklı üstat, hissi
de talebe kılmıştır. Rab sübhanehu ise bunların hepsinin
ötesinde mirsad ve gözetleyicidir. Nefs-i natıka bu sıfat
ve aletlerle beraber bu kesif şahsa yönelmez. Bizatihi o
kesif bedene ittisal etmez. Bilakis ona faide verir ve
istifade etmesi için eceli müsammaya kadar, Bârî
Teala’nın emirlerine yönlendirir. Şu halde ruh bu
yolculuk müddetinde ancak ilim talebi ile meşgul olur.
Çünkü ilim, ahirette o ruhun ziynetidir. Zira mal ve evlat
dünya ziynetidir. Göz, görülecek şeyleri görmekle, kulak
sesleri işitmekle, lisan sözleri oluşturmakla , ruh-u
hayvani gadabî lezzetleri murat etmekle, ruh-u tabiîde
yeme ve içme lezzetlerini sevmekle meşgul olduğu gibi
ruhu mutmainne -ki kalbi kast ediyorum- ancak ilmi
murad edip, ancak ona razı olur, ömrü boyunca ilim
öğrenir ve ruh bedenden ayrılıncaya kadar bütün
günlerini ilim ile süsler. Hatta ilimden başka bir şey
kabul etse bile aslına muhabbeti ve zatını murad ettiği
için değil de bedenin maslahatı için kabul eder, ruhun
ahvalini, bekasını ,devamını, ilme aşkını ve arzusunu
bildikten sonra ilmin sınıflarını da bilmen gerekir. Zira
ilmin sınıflarını kısaca biz size anlatacağız.
ÜÇÜNCÜ FASIL
Bilmiş ol ki, ilim iki kısımdır. Birisi şer’î diğeri
aklîdir. Ulum-u şeriyyenin ekserisi alimine göre aklîdir.

20

Ulum-u akliyenin ekserisi de arifine göre şer’î dir. Allah
Teala “Kime nur vermezse onun nuru olmaz”(Nur Suresi
ayet:40) buyurmuştur. İlmin birinci kısmı şer’î ilimdir. O
da iki nev’i ye ayrılır. Birinci kısmı usul hakkındadır. O
da ilm-i tevhittir. Bu ilmi tevhid Cenabı Hakkın zatına,
sıfatı kadimesine, sıfat-ı fiiliyesine zikredileceği üzere,
müteaddid isimlerle sayılan sıfatı zatiyesine yöneliktir.
Bu ilim aynı zamanda enbiyanın ve enbiyadan sonraki
imamların ve sahabenin ahvaline yöneliktir ve yine bu
ilim, ölüm, hayat, kıyamet, ba’s, haşir, hesap ve
ru’yetullah ahvaline yöneliktir. Tevhid ilmiyle meşgul
olan alimler evvela Kuran-ı Kerim’den ALLAH Tealanın
ayetlerine, sonra Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem
in haberlerine, sonra da akli ve kıyasî burhanlara
dayanırlar.
Kelamcılar cedeli ve inadı kıyasın mukaddimelerini
ve levahikini, felsefi, mantık eshabından ve erbabından
almışlar fakat ekseri elfazı ve kelimeleri yerli yerinde
kullanmamışlar. İbarelerinde cevher, araz, delil, nazar,
istidlal ve huccet gibi kelimeleri kullanmışlar. Lakin her
lafzın, her kavmin ıstılahında manası muhtelif olup,
hukemâ yani felsefeciler cevher ile bir şeyi, sofiler ise
başka bir şeyi, kelamcılar ise başka bir manayı kast
etmişlerdir. Bu risaleden maksad; kavmlere göre
lafızların ıstılahî manalarını incelemek olmadığı için buna
başlamayacağız.
İlm-i usul ve ilm-i tevhid ile meşgul olan ulemanın
lakabı mütekellimûndur. Yani kelamcılardır. Kelam ismi,
tevhid ilmiyle meşgul olanlar hakkında meşhur olmuştur.
Tefsir de ilm-i usuldendir. Çünkü Kuran-ı Kerim eşyanın
en büyüğü, en açığı ,en yücesi ve en aziz olanıdır.

21

Bununla beraber ALLAH Tealanın anlayış verdiği
kimselerden başka her aklın ihata edemeyeceği bir çok
müşkülat vardır.
Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) “Kuranı Kerimde
her ayetin bir zahiri, bir de batıni manası olup, batıni her
mana içinde yedi veya dokuz mana daha vardır”. (İbn-i
hibban 1.cilt sh. 276-Tabarani 10 taksim. Sh. 105)
Kuran-ı Kerimdeki her harf için bir had ve her had
için de bir matle’a vardır ve ALLAH Teala “Kuranı
Kerimde bütün ilimlerden ve mevcudatın aşikarından,
gizlisinden, küçüğünden, büyüğünden, mahsusattan ve
makulattan haber verdi.” buyurmuştur ve “Yaş , kuru ne
varsa hepsi kitabı mübinde mevcuttur.”(En’am
Suresi,ayet;59) buna işaret ediyor ve yine akıl sahipleri
ALLAH Tealanın ayetlerini “Tezekkür ve tedebbür
etsinler”(Sad Suresi,ayet;29 ) de buna işaret ediyor. Şu
halde Kur’an-ı Kerim umurun en muazzamı olduğuna
göre hangi müfessir onu hakkıyla tefsir edebilir. Hangi
âlim onun uhdesinden çıkabilir. Evet müfessirlerden her
biri takati miktarınca şerh etmeye başlamış. Aklının
kuvveti ve ilminin künhü hasebince beyana dalmış. Hepsi
dediklerini hakikat ile demişler lakin tam hakikatini
söyleyemediler. Kuranı Kerimin ilmi, usul, füru, şer’i ve
akli ilimlere delalet eder. Müfessirlerin Kur’an-ı Kerime
lügat, istiare, lafzın terkibi, nahvin mertebeleri,
hukemanın işleri, ehli tasavvufun kelamları cihetiyle
bakmalıdır ki tefsiri tahkika ve hakikate yakın olsun.
Şayet müfessir Kur’an-ı Kerimi tefsirde bir cihetle iktifa
eder ve bir fenne göre beyanda kanaat ederse , beyan
uhdesinden çıkamaz, hakikatini tefsir etmiş

22

olmaz.Müfessire burhan ikame etmek ve imanî deliller
ortaya koymak icap eder.
HADİS İLMİ DE USUL İLMİNDENDİR
Çünkü nebi aleyhisselam arap ve acemin en fasihi olup
ALLAH Tealadan vahiy alan en büyük muallimdir.
Onun aklı, ulvi ve süfli her şeyi ihata eder. Onun
kelimelerinden her bir kelimede ,hatta lafızlarndan her
bir lafızda esrar denizleri, rumuz ve işaret hazineleri
vardır.Onun haberlerini bilmek ve hadisi şerifleri
anlamak büyük bir iştir.Nebi aleyhisselamın nebevi
kelamını ihata etmeye hiç kimse muktedir olamaz.
Ancak şeriata mütabaat ile nefsini temizleyen ve nebi
aleyhisselamın şeriatına tabi olmak ile kalbindeki
eğrilikleri izale eden kimse ahadisi nebeviyyeyi ve
haberleri ihata edip ince manaları bilir.
Kuranı Kerimin tefsiri hususunda ve ahadisi
nebeviyyenin te’vili hakkında konuşmak isteyen kimseye
evvela lügat ilmini tahsil etmek, nahiv ilminde
derinleşmek, irab hususunda zirvede olmak, sarf ilmini
bilmek lazım olur. Çünkü lügat ilmi, bütün ilimlere
basamak ve merdivendir. Lügat ilmini bilmeyene diğer
ilimlere yol yoktur. Şüphesiz yüksek bir yere çıkmak
isteyen bir kimseye evvela merdiveni hazırlamak lazım
gelir. Sonra çıkacağı yere çıkar.
Lügat ilmi diğer ilimler için büyük bir vesile ve
büyük bir merdivendir. Hiç bir talebe lügat ilminden
müstağni olamaz. Şu halde lügat ilmi aslül usuldür,
aslında aslıdır. Lügat ilminin tahsilinde evvela edatları
bilmek lazımdır. Çünkü edatlar kelimat-ı müfrede

23

menzilesindedir. Ondan sonra sülasi, rubai ve diğerleri
gibi fiilleri bilmek ve tanımak lazımdır. Bu ilim ile iştigal
edenlere arap şiirlerini de bilmek lazımdır. Onların da
evlası ve en kesin olanı cahiliye şiirleridir. Çünkü
cahiliye devrine ait şiirlerde, nefsi rahatlatmak ve insanın
hatırını, ufkunu açma gibi manalar vardır. Bu şiirler,
edatlar ve isimler ile beraber nahiv ilmini tahsil etmek
vacip ve lazımdır. Çünkü lügat ilmi için nahiv ilmi, altun
ve gümüş için mi’yar ve mihenk taşı menzilesindedir.
Keza, hikmet için mantık, şiir için aruz, kumaş için metre,
hububat için ölçek gibidir.
Herhangi bir ölçü ile ölçülmeyen hiçbir şeyde ziyadelik
ve noksanlık bilinmez. Şu halde lügat ilmi, tefsir ve
hadis ilmine bir vesiledir. Kur’an-ı Kerim ve hadisi
şerifler ise tevhid ilmine delildir.
Kulların kurtulması ve ahiretteki halâsı tevhid ilmi
iledir. İşte bu anlatılanlar usul ilminin tafsilatıdır.

İKİNCİ NEV’İ
Ulûm-u Şer’iyyenin ikinci nev’isi ilm-i fürudur ki bu da
ya ilmi ya da ameli olmak üzere ikiye ayrılır. İlmi usul,
ilmiî, ilmi füru ise amelîdir. Ameli olan ilim üç hakka ,üç
kısma şamildir.
1.Hakkullahdır ki, taharet, namaz, zekat, hac, cihat,
zikirler, bayramlar, Cuma, farz ve nafileler ve diğerleri
gibi ki ibadetlerin rükünleridir.

24

2.Hakkul ibaddır ki ibadetlerin kısımlarıdır. İki şekilde
olur.
1.si Alışveriş, şirket, hibe, borç, karz-ı hasen, kısas ve
diyet çeşitleri gibi muamelelerdir.
2.si Nikah, talak , köle azad etmek, feraiz ilmi ve bunlara
benzeyen şeyler gibi muakadedir, (yani sözleşmelerdir.)
Hakkullah ve hakkul ibad olan bu iki kısma fıkıh ilmi
denir. Fıkıh ilmi, umumî zaruretten dolayı bütün
insanların müstağni olamayacağı şerefli, faideli ve zarurî
bir ilimdir.
3.Hukuk üç olup üçüncüsü de hakkun-nefstir. Bu da
ahlak ilmidir. Ahlak da ya mezmûme olur ki terki
vaciptir. Ya da mahmude olur ki tahsili ve nefsi onunla
tezyin vaciptir. Ahlakı mezmûme ve evsafı mahmude,
Kitabullahta ve Resulullah efendimizin hadislerinde
meşhurdur, çokça zikredilmiştir ve “Kim evsafı
mahmudeden biriyle ahlaklanırsa cennete
girer”.(nevadirul usul fi ehadisirrasul 1039, Tirmizi 71
kitabül birr)
AKLÎ İLİM
İlim; şer’i ve aklî olmak üzere ikiye ayrılmıştı. İkincisi
olan aklî ilim müşkil olup hem hata ve hem de savab
mümkündür. İsabet edebilir, yanılabilir. Bu akli ilimde üç
mertebede anlatılır.
1.Mertebe: Riyazi ve mantıki ilimlerdir. Hesap riyazi
ilimlerden olup adet ve sayıya yöneliktir. Hendese ilmi de

25

riyazi ilimlerdendir. Miktar, eşkal, felekler, ilm-ü nücum
ve arzın iklimi ve bunlara benzer hususlara yönelik olup
yıldızların durumu ve burçların mahlukata te’siri
bunlardandır. Musiki ilmi de riyazi ilimlerdendir. Mantık
ilmi ise tasavvur ile idrak olunan eşyadaki had ve resim
yollarına yöneliktir. Mantık ilmi, aynı zamanda tasdik ile
elde edilen ulumdaki burhan ve kıyasa yöneliktir ve
mantık ilmi bu kaide üzerine müfredler ile başlayıp
mürekkeplere sonra kaziyelere sonra kıyasa sonra kıyasın
kısımlarına sonra da burhana gider ki burhan ilm-i
mantıkın nihayetidir.
2.Mertebe: Akli ilim üç mertebede olup ikinci mertebesi
ortasıdır ve ilmi tabiidir. İlmi tabii sahibi ise mutlak
cisme, alemin erkanına, cevher ve araza ,hareket ve
sükûne, semavatın ahvaline, fiili ve infiali, müessir ve
müteessir eşyaya yöneliktir. Bu tabii ilimden mevcudatın
meratibinin ahvali, nefslerin aksamı, mizaçlar ve
cisimlerin miktarı ve mahsusatın idraki tevellüd eder,
oluşur.
Sonra tıb ilminde düşünmeye sebep olur ki tıb ilmi,
beden ilmi, hastalıklar, deva ve ilaçlar ve bunlarla alakalı
şeylerdir.
Asarı ulviye de, ulûm-u tabiiyenin füruundandır.
Madenlerin ilmi, eşyanın hususiyetlerini de bilmek
böyledir. Kimya sanatını bilmek ki bu tabii ilim ve
kimya ilmi, madenlerin içinde hastalık taşıyan marazları
tedavi etmeyi bilmeye kadar varır.
3.Mertebe: Akli ilim üç mertebede olup, üçüncü
mertebesi mertebeyi ulyadır. Bu da mevcuda yönelik

26

olup, mevcud da iki kısımdır. Vacib-ül vücud ve
mümkün-ül vücud.
Bu mertebeyi ulya, Bârî tealaya, onun zatına, bütün sıfat
ve ef’aline, emrine, hükmüne, kazasına, mevcudatın
O’ndan zuhurunun tertibine yöneliktir. Sonra mertebeyi
ulya, ulviyyata ve cevahiri müfredeye, ukul-u müfarika
ve nüfüs-u kâmileye yöneliktir. Keza bu mertebeyi ulya,
melaike ve şeyatinin ahvaline, nübüvvet ilmine,
mucizelere ve kerametlerin ahvaline kadar varır. Keza
nüfus-u mukaddesenin ahvaline, nevm ve yakaza
hallerine ve rü’yaların makamlarına yöneliktir. Tılsım ve
büyü ve bunlarla alakalı hususlarda mertebeyi ulyanın
furuundan ve bölümlerindendir. Bu ilmin tafsilatı ve
mertebeleri çok olup yüksek burhan ve açık izahata
ihtiyacı çoktur. Lakin kısa tutmak evladır.
Bilmiş ol ki aklî ilim bizatihi müfred olup, bu
ilimden, ilm-i mürekkep meydana gelir ve bunda iki
müfred ilmin bütün ahvali bulunur. İşte bu ilm-i
mürekkep ilmi tasavvuftur ve onların hallerinin yoludur.
Ehli tasavvuf için iki ilimden toplanan açık bir yol ile
onlara mahsus bir ilim vardır. Onların ilm-i, hal, vakit,
sema ,vecd, şevk, sekr, sahv, isbat, mahv. fakr, fena,
velayet, irad , şeyh, mürid, meazzevaid, onların ahvali ile
alakalı şeyleri ve vasıfları ve makamları kapsar. Biz inşa-
Allahü Teala hususi bir kitapta bu üç ilimden
konuşacağız, bahs edeceğiz. Şu anki maksadımız ise, bu
risalede ilimleri ve sınıflarını saymaktır. Biz mevzuyu
kısalttık ve kısa bir yol üzerine ta’dad ettik. Daha
fazlasını ve bu ilimlerin şerhini ve ahkamını isteyen, bu
ilimlerle alakalı kitaplara müracaat etsin.

27

Söz sırası ilimlerin sınıflarını saymaya geldi. Yakinen
bilmiş ol ki bu fenlerden her fenni ve bu ilimlerden her
ilmi anlamak ve bilmek ve taliplerin nefslerinde nakş
olması bir takım şartlar iktiza eder. İlimleri ta’dad ettikten
sonra tahsil yollarını bilmek lazımdır. Zira, ilim tahsil
etmek için , muayyen yollar vardır ki biz o yolları
tafsilatıyla anlatacağız.

FASIL
İLİMLERİ TAHSİL YOLLARI HAKKINDA BİR
FASIL
Bilmiş ol ki insan, ilmi iki yoldan tahsil eder.
1.Teallümü insani
2.Teallümü rabbani
Birinci yol yani teallümü insani bilinen bir yol ,his edilen
ve görülen bir meslektir ki bütün akıllılar bunu ikrar
ediyorlar.
Teallümü rabbani ise iki yönden olur.
1.Hariçden teallüm ile tahsildir.
2.Dahilden olup bu da tefekkür ile iştigaldir.

28

Batından tefekkür,zahirde teallüm menzilesindedir.
Çünkü teallüm, şahsın, şahsı cüz’iden istifadesidir.
Tefekkür ise nefsin, nefs-i külliden istifadesidir. Nefsi
külli ise te’sir bakımından daha şiddetli, ta’lim
bakımından da alimlerin ve akıllıların hepsinden daha
kuvvetlidir. İlimler tarladaki tohum, denizin dibindeki
veya madenin kalbindeki cevher gibi bilkuvve nefslerde
merkûz ve mevcuttur. Teallüm, o var olan şeyin
kuvveden fiile çıkmasıdır.
Ta’lim de o ilmi, kuvveden fiile çıkarmaktır.
Müteallimin nefsi ,muallimin nefsine benzeyip, bin-nisbe
ona yaklaşır. İfadede, alim ziraatçı gibi olup müteallimde
istifadede tarla gibidir. Bil-kuvve olan ilim de tohum
gibidir. Bil-kuvve ilmi fiile çıkarmak ise nebat gibidir.
Müteallimin nefsi, mükemmel olduğu zaman, meyveli
ağaç gibi veya denizdeki cevher gibi olur. Kuvve-i
bedeniye, nefse galib geldiğinde müteallimin uzun
müddet ziyade teallüme meşakkat çekmeye ve yorulmaya
ihtiyacı olur. Aklın nuru hissin evsafına galib geldiğinde
ise talip az, tefekkürle kesret-i teallümden ve çok
yorulmaktan müstağni olur. Çünkü kabiliyetli olan nefs,
câmid ve donuk olan nefsin bir senede öğrenemediğini ve
bulamadığı faideleri bir saat tefekkürle öğrenir ve bulur.
Şu halde bazı insanlar ilimleri teallüm ile tahsil ederken,
bazıları da tefekkür ile tahsil eder. Teallüm için
tefekküre ihtiyaç vardır. Çünkü insan eşyanın hepsini,
külliyat ve cüziiyyatını, teallüme muktedir olamaz. Belki
bir şeyi öğrenip tefekkür ile o ilimden bir şey daha
çıkarır.

29

Nazari ilimlerin, ameli sanatların çoğu, hukemanın
temiz zihinleri, kuvvetli fikirleri ve keskin sezgileriyle
fazlaca tahsil ve teallüm olmaksızın tefekkürle ortaya
çıkmıştır.
Şayet insan ilk öğrendiğinden tefekkür ile başka şeyleri
ortaya çıkartamamış olsaydı, insanların ilmi gelişmeleri
uzar, kalplerdeki cehalet zulmeti devam eder giderdi.
Çünkü insan cüz i ve külli meselelerin tamamını teallüm
ile öğrenmeye muktedir olamaz. Bazısını tahsil ile ,
bazısını da görmekle elde eder. İnsanların adetleri
böyledir. Güzel şeylerden faidelenirler.
İlimlerin bazısı da, sâfi fikirle ortaya çıkar. Alimlerin
adeti bu şekilde cereyan etmiştir ve ilimlerin temelleri
böyle hazırlanmıştır. Öyle ki bir mühendis ömrü boyunca
ihtiyaç duyacağı şeylerin tamamını teallüm etmez.
Bilakis, ilmin külliyatını ve mevzuatını teallüm edip
sonrada kıyasla ihtiyaç duyulan bilgiler ortaya çıkar.
Tabibde böyledir. Şahısların, hastalık ve ilaçlarının
tamamını teferruatıyla öğrenmeye muktedir olmaz.
Bilakis genel malumatında tefekkürle her şahsı mizacına
göre tedavi eder. Müneccim de böyledir. İlm-i nücumun
külliyatını teallüm eder. Sonrada tefekkür edip muhtelif
hükümler ile hüküm verir. Fakih ve edip te bu şekildedir.
Bu durum bediî sanatlara kadar böyle olur. Mesela biri
çalgı aletlerinden ud denilen aleti yapmış, bir diğeri de o
alete kıyasla başka bir çalgı aleti ortaya çıkarmıştır.
Bedeni ve nefsani sanatların tamamı böyledir.

30

Başlangıcı teallüm ile olup, diğerleri tefekkür ile ortaya
çıkmıştır. Nefse fikir kapısı açıldığı zaman nefs ,tefekkür
yolunun keyfiyetini ve istediği şeye nasıl ulaşacağını
bilir.
Kalbi inşirah eder, basıreti açılır. Uzunca yorulmadan,
fazlaca uğraşmadan , nefsinde ve ruhunda olan şeyleri
kuvveden fiile çıkarır.
TA’LİMİ RABBANİ
İkinci yol talimi rabbanidir ki buda iki kısım üzerinedir.
1.Vahyin ilkasıyla olur. Bu da nefs kemale erip hırs ve
tûl-u emel gibi tabii kirlerden temizlenip, dünya
şehevatından ayrılarak fani istek ve arzularından
kesildiği zaman olur. Bu durumda nefs tamamıyla
ALLAH tealaya yani münşi’ine yönelir. Yaratanın
cömertliğine yapışır. Cenab-ı Hakkın faidelendirmesine
ve nurunun feyzine i’timat eder. ALLAH Teala da hüsnü
inayetiyle o nefse ikbal-i külli ile yönelir. İlahi nazar ile
bakar. Ondan bir levha edinir. Nefs-i külliyeden de kalem
edinip bütün ilimleri o nefse nakş eder ve akl-ı külli onun
muallimi gibi olur. Bu nefs-i kutsiyede müteallim gibi
olur ve o nefs için ilimlerin tamamı hasıl olur.
Teallümsüz ve tefekkürsüz bütün suretler o nefse nakş
olur. İşte bunun delili Rasulü Ekreme hitaben “ ALLAH
Teala senin bilmediklerini sana öğretti”(Nisa Suresi,ayet;
113) mealindeki ayeti kerimedir.
Enbiyanın ilmi, mertebe bakımından mahlukatın
tamamının ilminden şereflidir. Çünkü enbiyanın ilmi
vasıtasız ve vesilesiz ALLAH Tealadandır. Bunun beyan

31

ve izahı Adem aleyhisselam ve melaikenin kıssasında
mevcuttur. Melaike uzunca bir ömür teallüm ettiler.
İlimlerin birçoğunu öğrendiler. Hatta mahlukatın en alimi
ve mevcudatın en arifi oldular. Adem aleyhisselam ise
alim değildi.Çünkü teallüm etmemiş, muallim de
görmemişti.Melaike, Adem aleyhisselam iftihar edip
tecebbür ve tekebbürde bulundular da “Biz seni hamdinle
tesbih ederiz ve seni takdis ederiz. Biz eşyanın hakikatını
biliriz”(Bakara Suresi, ayet 30) dediler. Adem
aleyhisselam ise ALLAH Tealanın kapısına müracaat
edip kalbini masivadan temizledi.
Yardım isteyerek Rab Tealaya yöneldi. ALLAH Teala da
Adem’e esmanın tamamını öğretti. Sonra da meleklere
arz ederek “Eğer sadık iseniz eşyanın isimlerini bana
haber veriniz”(Bakara Suresi,ayet;31) buyurdu. Adem
aleyhisselamın yanında meleklerin halleri küçüldü,
ilimleri azaldı ve ilimlerinin azlığını anlayıp gurur
tekneleri kırıldı. Acz denizinde boğuldular ve Ya rab
“Senin öğrettiğinden başka bizim hiçbir ilmimiz
yok”(Bakara Suresi,ayet;32) dediler. ALLAH Teala
Adem aleyhisselama “Ya Adem eşyanın isimlerini onlara
haber ver” (Bakara Suresi,ayet;33) buyurunca Adem
aleyhisselam ilmin sırlarını ve eşyanın hakikatlerini
meleklere anlattı. Böylece aklıselim sahipleri indinde
vahiy ile elde edilen ilmin, ulum-u müktesebeden daha
kuvvetli ve mükemmel olduğu takarrür edip anlaşıldı.
Rasulullah efendimizden sonra ALLAH teala vahyin
kapısını kapattı. Bu sebepten ona “Hatemül Enbiya”
dendi. O, arap ve acemin en fasihi, insanların en alimidir.
O, “Beni rabbim edeplendirdi, edebimi güzel yaptı” (el
makasidül hasene 45) buyurmuştur ve yine ümmetine

32

“Ben sizin en aliminizim ve Cenabı haktan en çok
korkanınızım”(Müslim 1110) buyurmuştur. Onun ilmi;
en mükemmel, en şerefli ve en kuvvetlidir. Çünkü ilmi,
teallümü Rabbani ile tahsil etmiştir. O, insani talim ve
teallüm ile meşgul olmamıştır. Onun hakkında Cenab-ı
Hakk “Ona çok kuvvetli olan melek talim etti”(Necm
Suresi,ayet; 5) buyurmuştur. Talim-i Rabbaninin birinci
yönü vahiy olup, ikinci yönü ise ilhamdır.

İLHAM
İlham; nefsi cüzinin kuvve-i istidadiyyesi, saflığı
miktarınca nefs-i külliyenin nefs cüziyye-i insaniyyeyi
uyarmasıdır. İlham ,vahyin eseri ve yansımasıdır. Çünkü
vahiy gaybi şeylerin sarahaten tezahürüdür. İlham ise
gaybi şeylerin ta’riz ile anlaşılmasıdır. Yani kapalı
şekilde işaret edilmesidir.
Vahiy ile tahsil edilen ilme, ilm-i nebevi denir.
İlham ile tahsil edilen ilme, ilm-i ledünni denir. İlm-i
ledünni, ALLAH Teala ile nefs-i natıka arasında vasıta
olmaksızın tahsil edilen ilimdir. İlm-i ledünni, gayb
lambasından latif, saf ve masivadan fariğ bir kalbe düşen
bir ziyadır.
Bütün ilimler nefs-i küllî cevherinde mevcut ve
malumdur. Nefs-i küllînin akl-ı evvele nisbeti, Havva’nın
Adem aleyhisselama nisbeti gibidir. Akl-ı küllî nefs-i

33

külliden daha şerefli, daha mükemmel ve daha kuvvetli
olup, ALLAH tealaya daha yakındır. Nefs-i küllî ise sair
mahlukattan daha aziz, daha latif, daha şereflidir. Akl-ı
küllinin, feyz akıtmasından vahiy meydana gelirken
nefs-i küllinin aydınlanması ile ilham meydana gelir.
Vahiy, enbiyanın süsü, ilham ise evliyanın ziynetidir.
Nefs akıldan aşağıda olduğu gibi veli de nebiden
aşağıdadır. Keza, ilham da vahiyden aşağıdadır. İlham,
vahye göre zayıf, rüyaya nisbetle kavidir. Şu halde
gerçek ilim enbiya ve evliyanın ilmidir. Vahiy ilmi
rasullere mahsus olup, onlara muhtaçdır. Adem, Musa,
İbrahim, Muhammed ve diğer rasuller gibi
aleyhimüsselam.

Risalet ve nübüvvet arasında fark vardır. Nübüvvet
akl-ı evvel cevherinden, malumat ve ma’kulatın
hakikatini nefs-i kudsinin kabul etmesidir.
Risalet ise o malumat ve makulatı kabul ve istifade
edeceklere tebliğ etmektir.
Bazen nefslerden bir nefs yani ruhlardan bir ruh,
tevafukan bu hakikatleri elde edebilir. Fakat herhangi bir
sebep ve özür sebebiyle tebliğ mümkün olmaz.
İlm-i ledünni Hızır aleyhisselamda olduğu gibi
nübüvvet ve velayete mahsustur. Cenab-ı Hak Hızır
aleyhisselam hakkında “ Biz ona ledünnümüzden ilim
öğrettik”(Kehf Suresi,ayet; 65) buyurmuştur. Emir-ül
müminin Hz.Ali efendimiz de “Dilim ağzıma konulunca,

34

kalbimde ilimden bin bâb açıldı ve her bâb ile beraber
bin bâb daha var” buyurmuştur.
Ve yine bana bir yastık konsa ona otursam, ehl-i Tevrata,
Tevratlarıyla , ehli İncile İncilleriyle ve ehli Kur’an’a,
Kur’anlarıyla hükmederdim” buyurmuştur. İşte bu
mertebeye mücerred, teallüm-ü insani ile ulaşılamaz.
Bilakis bu mertebeye ilm-i ledünni kuvvetiyle ulaşılır.
Ve yine emirul müminin Ali kerramallahü vechehü
Musa a.s zamanında Tevrat’ın şerhinin kırk yük olduğu
anlatılır. Eğer ALLAH Teala bana izin verseydi sadece
fatiha-i şerifenin şerhi kırk yük olurdu” buyurmuştur.
İşte ilimdeki bu çokluk, genişlik ve açılım ancak ledünni,
ilahi ve semavi bir yolla olur. ALLAH Teala bir kuluna
hayır murad ettiğinde kendisi ile levha mesabesinde olan
nefs arasındaki perdeyi kaldırır ve o levhada bazı
gizliliklerin esrarı zahir olur. Sırların manaları, o nefs
levhasında nakş olunur ve ibadullahtan dilediği
kimselere dilediği gibi anlatır. Hikmetin hakikatine, ilm-i
ledünni ile ulaşılır. İnsan bu mertebeye ermedikçe hekim
olamaz. Çünkü hikmet, mevhibeyi ilahidir. Cenabı hak
“Hikmeti dilediği kimselere verir. Kime hikmet
verilmişse ona çok büyük hayr verilmiştir ve ancak akıl
sahipleri tezekkür eder “(Bakara Suresi,ayet; 269)
buyuruyor.
İlm-i ledünni mertebesine ulaşanların çok tahsile,
ta’lime ve yorgunluk ve zahmete ihtiyaçları yoktur.
Onlar, az uğraşıp çok şey bilirler. Az yorulup uzunca
rahat ederler.

35

Bilmiş ol ki vahiy kesilip, risalet kapısı da
kapanınca, din tamamlandıktan ve delil doğrulandıktan
sonra insanlara rasul gönderilmesine ihtiyaç kalmadı.
ALLAH Teala“Bu gün sizin dininizi tamamladım”(Maide
Suresi,ayet;3) buyurmuştur. İhtiyaç olmaksızın, ziyade
faide izhar etmek de, hikmete uygun değildir.
Vahiy kesildi. Lakin ilham kapısı kapanmadı,
kapanmaz. Nefs-i küllinin yardımı devam eder. Çünkü
insanların te’kid, tecdid ve tezkire ihtiyaçları zarureten
devam eder. İnsanlar için ayet ve delil olan vahiy kapısı
kapandı. Lakin risalet ve vahiy kesilip insanlar şehevata
daldıklarından ve vesveselerde boğulduklarından, tenbih
ve tezkirede muhtaç oldukları için Cenabı hak da
kullarına karşı lütufkar olduğunu ve biğayri hisab rızık
verdiğini insanlar bilsin diye rahmet olsun ve işleri
kolay olsun için ALLAH Teala insanlara ilham kapısını
açtı.
FASIL
MERATİBİNNÜFUS VE İLİMLERİN TAHSİLİ
HAKKINDA BİR FASIL
Bilmiş ol ki bütün ilimler, nüfus-u insaniyyenin
tamamında merkûz ve mevcut olup hepsi ilimlerin
tamamına kabiliyetlidir. Bazıları sonradan meydana
gelen bir arıza sebebiyle bu kabiliyetini kaybeder.
Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem hadisi şerifinde
“İnsanlar hanif olarak yani şirk ve küfürden temiz olarak
yaratıldı. Fakat şeytanlar onları aldattı” buyuruyor. Keza
“Her dünyaya gelen çocuk, İslam fıtratı üzerine dünyaya
gelir”(Buhari 1292)buyuruyor.

36

Nefs-i natıka-i insaniye, ilk saflığı ve aslında olan
kuvve-i taharetiyle nefs-i küllinin kendisini
aydınlatmasına ve nefs-i külliden makul suretleri kabul
etmesine müsaittir. Lakin nefsin bazısı bu dünyada
hastalanıyor da muhtelif hastalıklar ve değişik arızalar
sebebiyle hakikatleri idrak etmekten imtina ediyor, idrak
edemez hale geliyor.
Bazıları da hastalanmadan ve bozulmadan sıhhati
asliyesi üzerinde kalıyor ve hayatta oldukça , ebediyen
hakikatleri idrak etmeyi kabul ediyor. Bu nüfus-u sahiha
vahyi kabul eden, mucizeleri izhar etmeye muktedir, kevn
ve fesat aleminde tasarrufa sahip olan enbiyanın
nefsleridir. Bu nefsler sıhhat-ı asliyeleri üzerinde baki
olup, arızi illetler ve marazi fesatler ile mizaçları
değişmez. Bu sebeple enbiya-i izam nefslerin, yani
ruhların tabipleridir ve halkı fıtri temizliğe davet ederler.
Şu, deni dünyada hasta nefsler, mertebe mertebedir.
Bazısı zayıf ta olsa menzil ve makam hastalığının
te’sirindedir ki hafızalarına nisyan, gaflet ve unutma
bulutları yerleşmiş olup, devamlı teallüm ile meşgul
olurlar ve sıfatı asliyelerini ararlar. Onların hastalığı az
bir tedavi ile iyileşir. Az bir tezekkürle nisyan bulutları
dağılır.
Bazıları da ömürleri boyunca teallüm ederler. Bütün
günlerinde ve zamanlarında tahsil ve tashih ile meşgul
olurlar da mizaçları bozuk olduğu için bir şey anlamazlar.
Çünkü mizaç bozulduğu zaman ilaç ve tedavi kabul
etmez.

37

Bazı nefsler de tezekkür edip hatırlarlar, sonra
unuturlar. Riyazet yaparak nefslerini zelil ederler ve
yıpratırlar. Bu suretle azıcık bir nur ve zaif bir
aydınlanma elde ederler.
Nefsler üzerindeki bu değişiklik dünyaya meyl
etmelerinden kuvvet ve zafiyetleri hasebiyle dünyevi
şeylerde boğulmalarındandır.
İşte bu düğüm çözüldüğünde yani hastalıklar
giderildiğinde, nefsler ilm-i ledünninin mevcudiyetini
kabul ve ikrar ederler. İlk fıtratlarının saf ve alim
olduğunu bilirler. Aynı zamanda bu kesif cesede sahip ve
arkadaş olduğundan, bulanık ve de karanlık bir mahalde
ikamet etmeleri sebebiyle hastalanıp cahil kaldıklarını
da bilirler. Hal bu ise o nefsler teallüm ile ma’dum bir
ilmi icat etmeyi ve mefkud bir aklı meydana getirmeyi
istemiyorlar. Bilakis tabiatlarında ve yaradılışlarında
mevcut olan asli ilmin iadesini istiyorlar.
Nefslere hastalığın arız olması, cesedin ziynet ve
ihtiyaçlarına yönelmeleri ve onu düzene koymak gibi
sebeplerdendir. Evladına müşfik olan bir baba, evladını
korumaya yönelip onun mühim işleriyle iştigal ettiği
zaman diğer bütün işleri unutur, sadece çocuğunun işiyle
iktifa eder. Bunun gibi nefsde fazla sevgi ve şefkatinden
dolayı bedene yönelir. Onun i’marı ,muhafazası ve
ihtiyaçları ile meşgul olup zayıf düşmesi sebebiyle tabiat
denizinde yani dünya meşgalesinde boğulur. İşte bu
sebepten nefs unuttuğunu hatırlamak ve gayb ettiğini
tekrar bulmak için ömrü esnasında teallüme ihtiyaç
duyar.

38

Teallüm ancak zatını mükemmel yapmak ve
saadete ermek için nefsin cevherine dönmesi, gizli ve
bilkuvve olanı fiile çıkarmaktır. Nefsler kendi cevherinin
hakikatine ulaşamayacak derecede zaif düşerse, müşfik
bir alime yapışır ve bağlanır.
Nasıl tedavi olacağını bilmeyen, sıhhatin de güzel
olduğunu bilen, tedavi etmesi ve hastalığı gidermesi için
tabibe sığınan ,müşfik bir tabibe halini arz eden bir hasta
gibi emeline ve muradına nail olmasına , yardım etmesi
için o alimden yardım ister, ona sığınır.
Biz başından ve göğsünden hususi ve istisnai bir
şekilde hastalanmış bir alimi tanıdık. Hastalığı
müddetince ömür boyu öğrendiği malumatı unutmuş.
Hafızasında olan her şey birbirine karışmış. Bu alim şifa
bulup sıhhatine kavuştuğunda, hastalık halindeki
unutkanlık gidip nefs eski malumatına döndü ve hastalık
anında unuttuklarını hatırladı. Bundan anladık ki ilimler
yok olmaz, unutulur.
Mahv ve nisyanın farkı şudur ki; Mahv, nakış ve
resimlerin yok olmasıdır. Nisyan ise nakışların karışıp,
güneşin arzın üstünden altına intikal etmesi gibi olmayıp,
bakanların gözlerinden güneşin aydınlığını örten bulut
gibi olmasıdır. Nefsin teallüm ile meşgul olması ilk
fıtratta bildiği şeylere avdet etmesi için nefs cevherine
arız olan hastalığı gidermeye sebeptir. Nefsin hakikat ve
cevherini teallümden murad, maksat ve sebebini bildikten
sonra bilmiş ol ki hasta nefs teallüme ve ömrünü ilim
tahsiline harcamaya muhtaçtır. Ancak hastalığı hafif,
illeti zaif, uğradığı bela önemsiz ve az, nisyan bulutu
ince, mizacı sağlam olan ruh, fazlaca teallüme ve bu

39

uğurda çok yorulmaya ihtiyaç duymaz. Biraz tefekkür ile
aslına döner. Kendi hakikatine yönelir ve sırlarına vakıf
olur. Böylece bilkuvve olan ilim fiile çıkar. Fıtratındaki
güzel halleri ile süslenir ve kemale erer. Kısa zamanda
çok şey teallüm etmiş olur. Öğrendiklerini de güzel bir
şekilde ifade eden bir alim olur. Bu ruh ,ruh-u küllîye
yönelerek nurlanır. Ruh-u külli de ,cüz-i ruha yönelerek
feyz saçar. Aşk yoluyla aslına benzeyerek hased ve kin
damarlarını yok edip ,dünyanın lüzumsuz ziynetlerinden
yüz çevirir. İşte bu mertebeye ulaşan nefs, hakikati
bilmiş, necata ermiş olur ki bütün insanlar için temenni
olunan mertebe budur.

İLM-İ LEDÜNNİNİN HAKİKATİ VE LÜZUMU
Bilmiş ol ki ilhamdan ibaret olan ilm-i ledünnî nefsin
tezkiyesinden sonra meydana gelir. “O nefsi Allah Teala
tesviye edip, ona fücurunu ve takvasını ilham etti” (Şems
Suresi,ayet; 8 ) mealindeki ayet buna işaret ediyor. Nefsin
aslına dönüşü üç şeyle olur.
1.Bütün ilimleri tahsil edip, aşk ve şevk ile o ilimlerden
istifade etmek.
2.Hakiki riyazet ve sahih bir murakabe. Rasulü Ekrem
sallallahü aleyhi ve sellem “Kim bildiği ile amel ederse,
Cenab-ı Hak ona bilmediklerini öğretir.” (el fevaidül
mecmua liş-şevkeni). Ve yine Rasulu Ekrem “Kim kırk
sabah ihlasla amel ederse, ALLAH Teala hikmet

40

damlalarını onun kalbinden lisanına akıtır”(Kenzul
ummal 5271) buyurmuştur.
3.Tefekkür ile. Çünkü ruh, teallüm ve riyazetten sonra
prensipli ve sistemli bir şekilde tefekkür ederse ona gayb
kapısı açılır. Tıpkı usulüne riayet ederek malını
pazarlayan bir tüccara kâr kapısı açıldığı ve aksine
hareket eden tüccarın iflas ettiği gibi.
Mütefekkir de usulüne riayet ederse kalbine gayb
aleminden açılan pencereden gelen ilham nuru ile kamil
bir alim olmuş olur. Nitekim Rasulullah sallallahü aleyhi
ve sellem “Bir saatlik tefekkür altmış senelik nafile
ibadetten daha hayırlıdır”(mecmeuzzevaid-
1/131)buyurmuştur. Tefekkürün şartlarını başka
risalemizde anlatacağız. Çünkü tefekkürün izahı, hakikat
ve keyfiyeti çok mühim olup, uzun tafsilata muhtaçtır.
Bunun tahakkuk etmesi de ALLAH Tealanın inayetiyle
olur.
Şu anda biz bu risaleye nihayet veriyoruz. İzahatımız
ehline kifayet eder. ALLAH Teala kime nur vermemiş ise
onun nuru olmaz .ALLAH Teala müminlerin muinidir.
Salat-ü selam Muhammed aleyhisselama, onun aline ve
ashabına olsun. ALLAH Teala bize yeter. O ne güzel
vekildir. Alii ve azim olan ALLAH Tealadan başka hiçbir
kuvvet ve çare yoktur. Ben, her an ve her zaman sadece
ona tevekkül ettim. Hamdü sena Rabbül alemin olan
ALLAH Tealaya mahsustur.

İMAMI GAZALİ

41

SÖZLÜK
A
A’yan:Bizatihi kaim olan şeyler
Ad etmek:Saymak

42

Ahadisi nebeviyye:Peygamberimiz s.a.v in kavli,fiili ve
takriri sünnetleri
Ahkam:Müslümanın sorumlu olduğu dini hükümler
Ahlakı mahmude:Güzel ahlak
Ahlakı mezmüme:Kötü huylar
Ahval:Haller
Aklı selim:Sağlam akıl
Aksam:Kısımlar,bölümler
Alatı mütemmim:Aletleri tamamlayan
Araz:Renk ve hareketler gibi bizatihi kaim olmayıp
başkasına muhtaç olan
Arızı illetler:Sonradan bulaşan hastalıklar
Arii:Soyulan
Asarı ulviye:Ulvi eserler
Atalet:Atıl,Hareketsiz ve faidesiz
B
Ba’s:Öldükten sonra dirilmek

43
Bahrı muhit:Okyanus
Bari Teala:Allah Teala
Basıret :Gözle görülmeyeni akıl ile bilmek ,bilinçli olmak
Bedii sanatlar:Güzel sanatlar
Biğayri hisab: Hesabsız
Bil itlak :Mutlak ve kayıtsız
Bilkuvve:Fiil mertebesine varmayan ama var olan bir
kabiliyet ve yetenek

C
Canibinden:Cihetinden ,tarafından
Cedel ilmi:Mücadele ,tartışma ve akaid ilmi
Cehl:Bilmemek
Cemii masnuatın ilmi:Bütün mahlukatın ilmi
Cemii ulum:Bütün ilimler
Cevher:Eşyanın aslı,gerçeği ve parçalanmayan bir parça
Cevheriferd:Tek ve yalın cevher
Ciheti şahsiyye:Şahsi ciheti,yönü

44
Cüziyyat:Bir şeyin cüzleri
D
Delil:Bir hükmü isbat için kullanılan şey
Deni dünya:Düşük ,kötü ve alçak dünya
Dirayet:Yetenek,güç ve kuvvet
Diyet :Kan bedeli olup hata ile adam öldürme
neticesinde maktülün varislerine verilen meblağ

E

Ecsam:Cisimler
Edatlar:Harfi cerler,hurufu müşebbehe bilfiil,fiili
muzariyi nasp edenler ve cezm edenler ve hurufu atıfa
gibi ,hurufu meaninin manalarını bilmek
Efal:Fiiller ve işler
Eflak:Felekler
Ehli tarik:Hal ehli olan ehli tasavvuf
Ekseri elfaz:Birçok kelimeler

45
Ekserinas:İnsanların çoğu
Erkan:Rükünler ve aslı temel
Esma:İsimler
Esrar:Sırlar ,incelikler
Eşhas:Şahıslar

F
Faal ve müessir:Tesir eden
Fakih:Şer i ilimleri çok iyi bilen
Fakr:Maddi manevi her an ve her yerde Cenabı hakka
muhtaç olduğunun farkında olmak
Fani:Yok olma
Fena:Fani olmak ,yok olmak,kendini kaybetmek ki.Fena
fil ihvan,Fena fişşeyh ,Fena firrasul ve Fenafillah
mertebeleri vardır.
Feraiz ilmi:Ölen kimsenin kalan malının varislerinin
arasında bölüştürülme ilmi.
Fesad:Bozulma
Fesat:Bozulma

46
G
Gadabi kuvvetler:Öfke ve kızma
H
Had:Bir şeyin marifetini tarif .
Had:Hudud,tarif ve mana
Haddi tam:Bir şeyin cinsi karibi ve faslı karibinden
meydana gelen tariftir. İnsanı, hayvan-ı natık diye tarif
etmek gibi.
Hadim:Hizmet eden ,hizmetkar
Hal:İslami yaşamak ve zamanını zikirle geçirmek
Halas:Kurtuluş
Haset:Kıskançlık
Haşr:Mahşerde toplanmak
Hatemül enbiya :Peygamberlerin sonuncusu
Havas mertebesi:İrfan sahibi olup marifete erenler
Hırs:Aşırı istek

47

Huccet:Delil
Hükema:Felsefeciler,hikmet ehli
Hüsnü inayet:Güzel yardım
İ

İ’rab:Arabi kelimelerin sonlarının raf,nasp,cer ve cezm
okunma hali
İ’raz:Yüz çevirmek ,dönmek
İdrak:Anlamak
İhata:Kapsamak
İkbali külli:Tam yönelmek
İktiza:İcap eder ve gerektirir.
İlham:Feyz yoluyla kalbe gelen bir mana ve düşünce
olup ,şer i şerife muvafık olduğu takdirde muteberdir.
İlmi nücum:Astronomi ilmi
İlmiledünni:İlham ile elde edilen ilim
İlmin mahalli ve makarrı:İlmin yeri ve sabitleştiği ,
kararlaştığı yer
İnayet:Yardım

48
İnşirah:Açılma ,genişleme ,rahatlama
İrade:Her türlü hal ve hareketini cenabı hakkın rızasına
uygun yapmak
İsbat:Allah yolunda sebat ve isbatı vücud etmek
İstidlal:Ortaya delil koyma
İstilah:Fenlere göre terimler ve deyimler .Salat kelimesi
gibi,lugat manası dua ,şeriattaki istilahi manası ise
namazdır.
İtimat:güvenmek
İttihaz: Edinme
İzhar:Açıklamak ,ortaya çıkarmak
K

Karzı hasen:Hiçbir maddi menfaat beklemeden sadece
Allah rızası için borç vermek
Kazıyye:Söyleyen kimseye söylediği sözde sadıktır veya
kaziptir denilmesi mümkün olan sözlerdir ki hamliye
,şartıye,muttasıla,munfasıla,mucibe,salibe
,mahsusa,mahsure ,mühmele kısımlarına ayrılır.
Kemiyyet:Sayı,adet,nicelik

49

Keramet:Peygamberimize ve şer- i şerife tam
manasıyla tabi olan takva bir kimseden görünen
olağanüstü haller
Kesif:Bulanıklık
Kesreti teallüm:Çok öğrenme
Kevn:Oluşma
Keyfiyyet: Hal, durum ve nitelik
Kısas:Bir insanı haksız yere öldüren kimsenin
öldürülmesi .Göze göz ,dişe diş
Kıyasın mukaddimeleri ve levahıkı:Sura ,kübra,
netice ,burhan,cedel,hıtabe ,şiir,muğalata ve bunlarla
alakalı ilmi mantık bilgileri
Kıyasi burhanlar:Kesin netice vermek için kesin
olan,suğra ve kübradan meydana gelen kesin deliller
Kin:Başkasına kalbinde düşmanlık beslemek
Kuvvei bedeniye:Bedeni kuvvet
Kuvvei istidadiyye:İstidat ve kabiliyet kuvveti
Külliyat:Bir şeyin tamamı
L

50

Latif : Var olup elle tutulmayan, gözle görülmeyen
Levazım:İcabı gereği
Lugat ilmi:Arapça kelimlerin manalarını bilmek ,

M
Ma’kul:Aklın kabul ettiği şeyler
Mahsus:Beş duyu ile bilinen
Mahsusatın idraki:Havassı hamse ile idrak edilen
şeyler
Mahv:Mahviyyet içerinde olup yaptığı iyilikleri ve
ibadetleri yok sayma hali
Mahv:Silmek
Makarrı :Yeri,durağı
Malum:Bilinen
Malumat:Bilgiler,bilinen şeyler
Mantık ilmi:Riayet edenlerin zihinlerini ve
düşüncelerini hatadan korumasını öğreten ilim
Marazı fesatler:Bozucu hastalıklar
Marazlar:Hastalıklar

51

Masivadan fariğ:Kalpten Allah tealadan başka her
düşünceyi çıkarmak
Maslahat:Faideli ve gerekli
Masnu:Yaratılan ,var edilen
Melaike:Kendilerinde erkeklik ve dişilik bulunmayan,
günah işlemeyen, nurdan yaratılmış kullar
Şeyatın:Şeytanlar. Cinlerden olup Cenabı Allah’ın
emrine isyan ettiği için Allah’ın rahmetinden kovulan
Melal :Usanma
Meleküt:Gayb alemi
Merküz:Mevcut
Mertebeyi ulya:Yüksek mertebeler
Mevcudat:Varlık alemi
Mevcudatın meratibi:Varlık aleminin mertebeleri
Mevhibeyi ilahi:Cenabı hakkın meccanen karşılıksız bir
nimeti kuluna vermesi.
Mevzuu bahis:Bahis konusu
Mi’yar:Ölçü,ayar
Miftah:Anahtar

52
Mirsad:Gözetleyici
Mu’cize:Peygamberlik iddia eden kimsenin
peygamberliğini isbat için göstemiş olduğu olağanüstü
haller
Muallak:Bağlı
Muallim:Öğretme kabiliyetine sahip olan kimsenin
öğretmek için çaba harcaması
Muharrik:Hareket ettiren
Muhkem:Sağlam
Muın:Yardım eden
Mukaddime:Başlangıç
Muntazam:İntizamlı ve tam
Mutasavvıf:Tasavvuf ehli
Muttali’ı:Vakıf olma,anlama
Muttasıl:Bitişik
Muvaffakiyyet:Başarmak
Mübdi’ı:İcat eden,hiç yoktan meydana getiren
Mücerred: Soyut,yalın
Müddeı:İddia eden, fikrini savunan

53

Müdebbir:Tedbirli olmak ve işin sonunu düşünmek
Müdrik:İdrak eden ,anlayan
Müfessir:Kuran-ı Kerimi tefsir eden alim
Müfid:Faide veren
Müfred:Tek ,yalın
Mükemmil:İkmal eden ,tamamlayan
Mümkinül vücud:Varlığı ve yokluğu mümkün olan
Müneccim:Astronomi alemi
Münir:Nurlandıran ve aydınlatan
Münşi’i:İnşa eden,var eden
Mürakaba:Nefsini denetleme,terbiye etme,kontrol
etme
Mürekkep:Birleşik,cüzlerden ve parçalardan meydana
gelen
Mürit:Cenabı hakkın rızasını kazanmak için şer i şerife
uygun olarak şeyhinin ve mürşidinin gösterdiği yolda
giden kimsedir.
Müşfık:Şefkatli
Müteaddid:İsimlerle,birçok isimlerle

54
Müteallim:Öğrenme
Mütenahi:Sonu olan

N

Nahiv ilmi:Mureb ve mebnilik bakımından kelimelerin
halleri kendisiyle bilinen, şer’i ilimlere vesile bir ilim dalı
Nebat:Bitkiler
Nefsi insaniyye:İnsanın nefsi,ruhu ve aklı
Nefsinatıkaimutmainne:Zikrullah ile huzur ve sükûne
ermiş nefs
Nevm:Uyku
Nisyan:Unutmak
Nübüvvet ilmi:Peygamberlikle alakalı ilim
Nüfusu kamile:Kamil,tam,olgun nefsler
Nüfüsu mukaddese:Mukaddes nefsler

55
R

Reis:Önder ,baş
Resim:Bir şeyin cinsi ile havassı lazımasından meydana
gelen tarife resmi tam denir.İnsanı,hayvanı dahik diye
tarif etmek gibi.
Ru’yetullah:Cennetde cemali ilahi ile müşerref olmak
Rubai:Dört harfli fiiller
Ruhu emri:Allah tealanın emrinden olan ruh
Ruhuhayvani:Canlılarda bulunan ruh
Ruhutabii:Tabii ruh
Rumuz:İşaret
Rü’ya:Sadıka ve kazibe diye ayrılan uyku halindeki
görüntü

S
Sahv:Manevi sarhoşluktan ayılma
Salah:Düzelme
Sani’ı:Var eden,yaradan

56

Sarahat:Açıklık
Sarf ilmi:İ’lal ve idğam yönüyle arabi kelimelerin halleri
ve durumları kendisiyle bilinen, ayet ve hadisleri
anlamaya yönelik ilim dalı
Seferi:Uzun yolculuğa çıkmak (Seferilik hükmü takriben
90 km)
Sekr:Aşkullahtan mütevellid manevi sarhoşluk
Sema:İlahi ve kaside dinlerken kendinden geçme
Semavat:Gökler
Süfli:Düşük
Sülasi :Üç harfi fiiller

Ş
Şari’ı:Kanun koyucu,şeriatın sahibi
Şevk:Evradı ezkar ve ibadatu taata istekli olmak
Şeyh:Manevi bir yetki ile insanları ve müritlerine Cenabı
hakkın yolunu gösteren ve müritlerini Allah’a
,Kitabullaha ve Rasulullaha bağlayan zat. Her yüz
senenin başında gelene müceddid denir.

57
T

Ta’dad:Saymak
Ta’lim:Öğretmek
Ta’riz:Kapalı bir şekilde anlatmak ve işaret etmektir.
Tahkik:İşin hakikati ,aslı ve gerçeği
Tahlil:Çözülme
Talak:Şaka ile dahi olsa bir erkeğin hanımına boşadım
demesi neticesinde meydana gelen ayrılık.
Tasavvur:Düşünmek
Tashihat:Doğrulamak,doğru olduğuna kanaat getirmek
Te’kid:Kuvvetlendirmek
Teallüm:Öğrenme kabiliyetine sahip olan kimsenin,
öğrenmek için çaba sarfetmesi
Teallümü insani:İnsandan ilim öğrenmek
Teallümü rabbani:Allah tealadan ilim öğrenmek
Tecdid:Canlandırmak ve yenilemek
Tecebbür ve tefekkür:Büyüklenme ,kendini üstün
görme

58
Tefakkuh:İlmi derinlemesine anlamak
Tefekkür:Düşünmek
Tehaffuz:Hafızaya almak, ezberlemek
Temyiz:İyi ve kötüyü ayırmak
Tenbihatçı:Uyarıcı
Tesviye:Müsavi kılmak,düzeltmek
Tezahür ettiği:Açığa çıktığı
Tezekkür:Hatırlamak
Tezkir:Hatırlatmak
Tezkiye:Temizleme
Tezyin:Süslemek
Tılısım:Büyünün bir çeşidi
Tulu emel:Sonsuz istek ve arzular
Türabi:Toprakla alakalı şeyler
U

Ukulu müferika:Hak ve batılı ayırt edebilen akıllar
Ulum:İlimler

59
Ulumu hikemiyye:Felsefi ilimler
Ulumu kesire:Birçok ilimler
Ulumu müktesebe:Çalışarak ve okuyarak elde edilen
ilim
Ulumu tabiiyye:Tabii ilimler
Ulvi:Alii ve yüce
Ulviyyat:Yüksek şeyler
Umurun en muazzamı:İşlerin en büyüğü

V

Vacibül vücud:Mevcut olması vacip olan ki Allah
tealadır
Vahiy:Peygamberlere mahsus bir hal
Vakit:Vakti değerlendirmek,Allah Teala ile beraber
olmak
Vecd:Zikir neticesinde kendinden geçmek
Velayet:Takva ile cenabı hakka yaklaşmak.
Yakaza:Uyanıklık

60
Z

Zeval:Yok olmak
Zulmet:Karanlık

KAYSERİ EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI YAYINLARI
(KİTAP)

1- İki Kavram Analizi(Laiklik/Aksiyon)-Mustafa CABAT
2- Evsa –Mustafa ÖZER(2.Baskı2012-şiir)
3- Düşüşten Sonra–Mustafa ÖZER (2.Baskı 2012-Deneme)
4- Sis ve Selva –Mustafa ÖZER (2.Baskı 2012-Şiir)
5- Çağrı Sayfaları –Mustafa ÖZER (2.Baskı 2012-Şiir)
6- Sanat ve Aksiyon İçinde Bir Portre Denemesi–Mustafa
ÖZER(2.Baskı2012-Den.)
7- Ses ve Heves–Mustafa ÖZER (2.Baskı 2012-Şiir)

61

8- Şapkamda Saklanan Azrail –Mustafa ÖZER (2012/Şiir)
9- Birlikte Ayrılmak –Mustafa ÖZER (2012/Şiir)
10- Çalakalem Çiçekler –Mustafa ÖZER (2012/Şiir)
11-Düşüşten Sonra-2 –Mustafa ÖZER (2012/Deneme)
12-Necip Fazıl ve Büyük Doğu-Ali BİRADEROĞLU
(2012- Deneme)

13-Gönüldaşlarımıza Mersiye (2013-Biyografi)
14-Siyasi Bir Tavır Olarak BÜYÜK DOĞU- Mustafa ÖZER
(2013- Deneme)
15-Tarih Üzerine/1 -Ali BİRADEROĞLU (2013- Deneme)
16-Tarih ve Değişim-Ali BİRADEROĞLU (2013- Deneme)
17-Düşünme Üzerine-Ali BİRADEROĞLU (2013- Deneme)
18-Oportünist Değişimin Aktörleri-Ali BİRADEROĞLU
(2014- Deneme)
19-Tarih Üzerine-II (Trajik Sevinç)- Ali BİRADEROĞLU
(2015- Deneme)
20-Muzdarip- Mustafa ÖZER (2015-Şiir)

62

21-Sığ Kıyıdan-Mehmet KASAP (Biyografi)
22- Oportünizmin İtham ve İlzâmı-1- Ali BİRADEROĞLU

(DİJİTAL)
1-Konferanslar(Necip Fazıl KISAKÜREK-Kendi
sesinden//Ayasofya,İman ve Aksiyon, Dünya bir İnkılap
Bekliyor/ 12cd)
2-Konferanslar-2(Necip Fazıl KISAKÜREK-Kendi
sesinden//Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu,Tiyatro ve
Tesiri,Komünist İhtilali / 12cd)
3-Sesli Kitap (Çöle İnen Nur- Necip Fazıl KISAKÜREK)-
okuyan Emin Baykırkık

63

Başkan'ın Mesajı
Aidat Borcu Sorgulama
Köşe Yazıları
Mustafa Kanlıoğlu

Mustafa Kanlıoğlu

Mustafa Özer (özer Koç)

Ahmed ceemal El Hamevi

Prf.Dr.Serdar demirel

N.Mehmet Solmaz

Mustafa Özer (özer Koç)

Mustafa Miyasoğlu

Mustafa Ekinci

Galip Boztoprak

Şeyma Kısakürek Sönmezocak

Mustafa Kanlıoğlu

Mustafa cabat

Ebubekir Sifil

Ali Biraderoğlu

İbrahim Ulueren

Mustafa Özer (özer Koç)

Ali Biraderoğlu

Mustafa cabat

Günlük Gazeteler
Sponsorlarımız

Kayseri Eğitim ve Kültür Vakfı

© Copyright 2020  V4.1 Tüm Hakları Saklıdır. | Vakıf Sitesi


Top